ejderya
- Turan
- 31 Ara 2019
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 Ağu 2022
soğuktan yüzümü hissetmemeye başladığım anda damat kıraathanesine attım kendimi. zaten ne zaman selamsız semtine gelsem ister istemez kendimi bu kıraathanede bulurum. kapıdan girer girmez tanıdık simalarla selamlaşıp sobanın başına bi sandalye çekerek oturdum. yağış yoktu havada ama herkesin "bi yağsa yumuşar aslında" diye analiz ettiği türden bi soğuk vardı. sobaya yarım metre mesafede olmama rağmen kabanımı çıkarmadım. şopar tuncay çayımı teklifsiz getirdi hemen önüme. çay bardağını iki avucumun arasına alıp ellerimi ısıtmaya çalıştım. ellerimin üstü soğuktan kuruyup çatlamıştı. bi iki yudum aldıktan sonra buzlarımın çözüldüğünü hissettim. titremem de geçmişti. çay bardağını kenara koyup kabanımı çıkardım. etrafta olan biteni izlemeye başladım. bana karşı ilgisizdi herkes. sanki oranın müdavimiymişim gibi olağan karşılanmıştım. bazı masalarda kağıt oynanıyordu, bazılarında okey, bazılarında da at yarışı bülteni üzerinden hararetli tartışmalar dönüyordu. duvara asılı olan televizyonda altılı ganyanın ilk ayağı olan günün üçüncü koşusu yayınlanıyordu. yeniden çay bardağıma odaklanıp kalanını fondip yaparak bitirdim. şopar tuncay ikinci bardakla araya mesafe koydurmadı sağ olsun. yeni gelen çayı keyif alarak içecek kadar ısınmıştım artık. ilk yudumumu alırken sert bi hamleyle kapı açıldı. büyük bi hışımla kıraathanenin sahibi ejder ağbi daldı içeri;
"bu nası bi soğuktur amına koyim, göt kesiyo resmen göt!" şeklinde bi çıkışla dışarıdaki hava durumunu yorumladı. hemen bi sandalye çekip benim gibi o da oturdu sobanın başına. tabii ki de şopar tuncay olağan üstü bi görev bilinciyle anında patronunun çayını getirdi. biraz ısındıktan sonra varlığımı far etti ejder ağbi;
"naber genç"
"yaramazlık yok ağbi. şimdi geldim bende ısınmaya çalışıyorum. sen nasılsın?"
"soğuk!"
"haklısın ağbi dışarısı fena harbiden"
"ondan değil! sana karşı soğuğum! son gelişinde parsayı kaldırıp gittin, o gün bu gündür yoksun piyasada. yanlış anlama kazandığında gözüm yok ama insan arada bi uğrar, sembolik de olsa bi bahis yapar!"
"daha sık uğrarım"
"bu akşam ejderya sahne alacak, rakibi çok iddialı ama biz ne iddialılar gördük…"
ejder abi geceleri kıraathanede horoz dövüştürüp, bu dövüşler üzerinden bahis oynatırdı. bende arada kafa dağıtmak için uğrar ufak çaplı bahisler yapardım. son geldiğimde de biraz kendimi kaptırıp bahsi yüksek tuttum, şansım da yaver gitti ve kazandım. söylediği gibi hatırı sayılır bi para girdi cebime hiç hesapta yokken. haliyle ortamda dikkat çekmiştim. ejderya'ya gelecek olursak, ejder abinin kendi horozu. "miss selamsız" derya'ya karşı beslediği platonik aşka atıfta bulunmak için bu ismi seçmiş. derya'nın gözünün baya yükseklerde olmasından sebep, ister istemez bu aşk platonik. gerçi paradan yana pek bi sıkıntısı yoktu ejder ağbinin. kıraathane de bahisler de iyi kazandırıyordu ama en nihayetinde herkesin gözünde "kahveci"ydi. hal böyle olunca da derya'dan pas alamıyordu.
ejder ağbi birden ayağa kalkıp dışarıya doğru yöneldi. karşı kaldırımda derya tüm endamıyla süzülüyordu. ejder ağbi de jilet gibiydi aslında. eli yüzü düzgün yakışıklı adamdı. giyim kuşamdan da az buçuk anlıyordu yalan yok. kapıdan dışarıya kendini atıp tabakasından bi sigara çıkararak ağzına götürdü. çelik çakmağıyla artistik bi hareket yaparak yaktı sigarasını. orada olduğunu hissettirmişti karşı kaldırımdaki herkese. herkes bi dönüp baktı bizden tarafa, derya hariç. gerçi o da anlamıştı kendisine bakıldığını. ama dedim ya "kahveci ejder"di karşı kaldırımdaki, janti bi mesleği olan, daha derli toplu bi isme sahip biri değil. derya hızlı adımlarla uzaklaşıp gözden kayboldu. ejder ağbi de sigarayı yarısında atıp döndü tekrar sobanın başına.
"böyle aşkın ızdırabını sikim" dedi titrek bi ses tonuyla.
bi şey diyemedim.
"söylesene lan çok mu tipsizim ben?"
"olur mu ağbi aslan gibi delikanlısın"
"delikanlılık bi boka yaramıyo oğlum. tipimiz nasıl onu soruyorum sana"
"tipin de gayet düzgün ağbi"
"e sıkıntı ne o zaman?"
"belki göstermelik de olsa başka bi işin başında durmalısın"
"o ne demek lan?"
"kıraathane dışında başka bi iş"
"kahveciyim oğlum ben. ne anlarım başka işten"
"ağbi tamam yine kahveci ol ama sadece erkekler gelip kahve içmesin, içeride geceleri horoz dövüştürülmesin"
"e burası ne olacak?"
"burası zaten senin. bi şekilde kontrol edersin. diğer göstermelik işin başında durup farklı bi imaj çizersin. hem bakarsın tutulursa belki buradan daha çok kazandırır"
"derya'yı kazandırsın yeter"
"hayat bu belli mi olur…"
"bi şeyler belli olsun artık şu koduğumun hayatında. rastgele yaşayıp boş yere kürek sallıyoruz yıllardır."
tabakasından iki sigara çıkarıp birini bana uzattı. çakmakla uğraşmadan, öne doğru eğilip sobanın kızgın dökümüyle yaktı kendi sigarasını. çakmağım olmadığından mecburen bende öyle yaktım. sigarasını hızlıca yarıladıktan sonra;
"sen şimdi çay bahçesi falan mı aç diyosun yani"
"bahçeye mahçeye gerek yok. ayaküstü bi yerde ufak çaplı bi dükkan tutup üç beş masa atarsın olur biter"
"oğlum üç beş masayla dükkan dönmez ki"
"ağbi herkes orada oturup içecek diye bi kaide yok. şu antin kuntin amerikan filmlerindeki gibi büyük karton bardaklara doldurup verirsin. insanlar işe güce giderken iki dakika uğrayıp kahvesini ya da çayını alır yoluna devam eder"
"tamam lan yapalım bu işi"
"yapalım derken ağbi?"
"oğlum iki dükkanı birden nası idare edeyim? ben yeni kahvecide imajımı toparlarken burası batmasın diye sen arada köprü vazifesi göreceksin"
"iyi de ağbi benim zaten işim var"
"ulan eczane çıkaraklığı ne zamandan beri iş oldu?"
"sende haklısın…"
"tamam anlaştık, detayları sonra konuşuruz. hele bu akşamı bi atlatalım"
gece yarısına doğru damat kıraathanesi içeriden kilitlenmeden giriş yaptım tekrardan. aradan geçen saatleri selamsızda bi şekilde öğütmüştüm. içerisi tıklım tıklım doluydu yine. jaluziler indirilmiş, ortaya arena kurulmuş, etrafına sandalyeler yerleştirilmişti çoktan. şopar tuncay kapıyı içeriden kilitledikten sonra anons çekti;
"evet beyler herkes yerlerini alsın!"
millet sandalyeleri kapıştı hızlıca. hakem sadi ağbi arenanın başına konuşlandı.
tuncay ikinci anonsu çekti;
"şimdi karşınızda, kuzguncuklu selim'in yetiştirdiği, safkan ga-don cinsi, namağlup raaaaaakiiiiiiii"
rakip en azından ismen söylenildiği kadar iddialıydı. bahisçiler rocky'nin arenada turlayışını izlerken mest oldular. sağlam horozdu gerçekten. ga-don'lar hint horozları içerisinde oldukça saygın bi yere sahiptirler. güçlü, cesur, geniş elli ve damarlıdırlar. rocky de hem cins olarak hemde kariyer olarak ejderya'ya denk bi horozdu. daha önce hiç bi dövüşünü izlemesem de namını çok duymuştum.
"şimdi de karşınız da… ejder ağbimizin yetiştirdiği… safkan aseel cinsi… bir günde yirmi üç maç kazanarak rekorları alt üst etmiş… namağlup… semtimizin medar-ı iftiharı… ejderyaaaaaaaaaaa"
ejder ağbi kucağında horozuyla mekana giriş yaptı. herkes coşkuyla kükreyip alkışlamaya başladı. ejder ağbi büyük bi gururla seyircileri selamladı. tam o anda kuzguncuklu selim de rocky'i arenadan alıp köşesine geçti. ejderya oldukça özel bi horozdu. aseel cinsi horozlar zaten bana göre her zaman bu işin ustalarıdır. son derece dayanıklı ve çekeri yüksek horozlardır. bizimkisi bunlara ek olarak en az brazil cinsi horozlar kadar hızlı ve çevikti. dayanıklılık ve hız arenada onu hep bi adım öne taşıdı. bende her ne kadar rocky çok dik bi duruşa sahip olsa da bahsimi ejderya'dan yana oynayacaktım.
servet bahisleri toplamaya başladı. aldığı bahse karşılık o güne özel hazırlanan kuponları bahisçilere dağıtıyordu. iki horoz da bire bir buçuk veriyordu. maçın favorisi yoktu. işte buna biraz takıldım. tamam rocky çok iyi bi ga-don'du ama kağıt üzerinde ejderya daha avantajlı görünmeliydi. fikrimi değiştirip öğlen eczaneden çıkarken aldığım haftalığımın tamamını rocky'e bastım.
seyirciler bahislerini oynamış, kuponları ellerinde horozlara tezahürat yapıyorlardı. "ejderya" sesleri ortamda ağır basıyordu her zamanki gibi. ambiyans şampiyonlar ligini andırıyordu. horoz sahipleri köşelerinde yerlerini almış, horozları arenaya salmak için sadi ağbinin desturunu bekliyorlardı. sadi ağbi iki parmağını ağzına götürüp ıslık çalarak müsabakayı başlattı. rocky hızlı başlayıp etkili vuruşlarla ejderya'yı köşeye sıkıştırmaya çalıştı. ama her bi hamlesi hızla savuşturuldu. hamleleri boşa gidiyordu. ejderya ise kurtulduğu her hamleden kaçarken oldukça bilinçli, nokta atışı vuruşlar yapıyordu. pek belirgin olmasa da rocky'de bazı yaralar oluşmaya başladı. ama yılmıyordu, atak oyununu devam ettirdi. ejderya'yı köşeye sıkıştırmak için çabalıyordu. o anlardan birinde hamlesini yaptı ve pençeleriyle rakibinin sol kanadından yakalayıp yere bastırdı. göğsünün üzerine kapaklanan ejderya göz açıp kapayana kadar ensesine üst üste ağır darbeler aldı. bu ağır darbeler sonrasında kendini toparlayamadı, üstüne üstlük rocky galibiyetin kokusunu almıştı ve saldırmaya devam ediyordu. bu ataklar karşısında iyice abandone olan ejderya daha fazla dayanamadı ve kendini arenanın dışına attı. ardından sadi ağbi rocky'nin galibiyetini ilan etti. bahislerini ev sahibine oynayan büyük çoğunluk kuponlarını parçalıyordu. benim gibi rocky'e basanlarsa azınlık olduklarından abartıya kaçmadan sevindiler. servet'ten kuponumu bozdurduktan sonra fazla oyalanmadan kıraathaneden çıkıp selamsız sokaklarında kayboldum.
bu müsabakanın üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti. iş çıkışı damat kıraathanesinin yolunu tuttum. hava yine buz kesiyordu. ellerimin üzerindeki çatlaklar iyice derinleşmişti. kıraathaneye girerken kapının kolunu tuttuğumda elimde hissizlik hakimdi. açıp girdim içeri. bi sandalye kapıp sobanın başına yerleştim yine. tuncay formundaydı o akşam da. çay bardağını avuçlarımda dolaştırdıkça dokunma hissim geri gelmeye başladı. ısınıyordum. arka taraftaki tuvaletin kapısı açıldı ve içeriden ejder ağbi çıktı birden. beni görünce bi sandalye çekip sobanın başına konuşlandı hemen.
“geçmiş olsun ağbi. ejderya nasıl?”
“sağolasın. daha iyi zamanları oldu”
“sen nasılsın?”
“daha iyiyim”
“anlamadım”
“geçen konuştuklarımızı ejderya’nın dövüşünden önce düşündüm. aklıma yattı. ama ejderya efsanesi devam ettiği sürece ben bu işten uzaklaşamazdım. son dövüşü olacaktı ejderya’nın. kendimi uzaklaştırmak için onu da bu alemden uzak tutmam gerekiyordu. hem kızın adını horoza vermek nedir lan? olacak iş mi? kız bakmaz tabii bize”
“yani sen kaybetmesini mi istiyordun?”
“ya kazansın kaybetsin fark etmeyecekti aslında. koymuştum kafama. bi daha dövüştürmeyecektim. sen bahis yapmış mıydın?“
“yaptım ağbi. ama rocky’e bastım“
“bak sen çakala! nereden anladın lan kaybedeceğimizi?”
“ağbi aslında ben kazanırsınız zannediyordum. kaybetmek için karşı tarafa oynadım. malum bi önceki sefer baya para kaldırmıştım”
“eee para parayı çeker”
“öyle oluyormuş harbiden”
“şu asortik kahveci işi nasıl olacak adam akıllı anlat bakalım şimdi”
“ağbi işe gidiş geliş saatlerinde insanların yürüyerek önünden geçtiği bi yerde dükkan ayarlamak lazım öncelikle. mesela üsküdar meydan olabilir. sabah akşam vapura yürüyenler sel gibi geçiyor dükkanların önünden”
“mantıklı”
“sonra bütçene göre belli bi sermaye yatıracaksın. dekorasyon, malzemeler, bi iki personel gibi harcamaların olur”
“sermaye hazır. ne kadar gerekiyorsa basarım dert değil”
“o zaman geriye sadece dükkanı bulmak kalıyor“
“onu şenkal emlak’daki ağbimiz ayarlar. neydi adı?“
“yıldırım“
“heh o işte. Ben yarın gider görüşürüm”
“bende bi malzeme listesi çıkartayım o zaman. ne alınması gerekir onları belirleyelim“
bu muhabbetin üzerine üç dört bardak daha çay yuvarladık. hesap kitap meseleleri, satınalma işleri falan filan konuşuldu. ejder ağbi baya hevesliydi bu yeni nesil kahveci işine. imajını değiştirmeye kararlı olduğu her halinden belliydi.
tüm bu hesap kitapların üzerinden neredeyse iki ay geçti. ejder ağbi yeni dükkanın açılışını yaptı. planlar tıkır tıkır işliyordu. yeni kahveci baya tuttu. satışlar tahmin ettiğimizin de üzerine çıktı. damat kıraathanesiyle bağlantıyı benim üzerimden yürütüyordu. sadece haftada bi iki gece heyecan olsun diye bahis yapmaya gidiyordu ama onun da organizasyonuna karışmıyordu artık. giriş çıkışlarda kimseye görünmüyordu. yeni dükkanın müşteri profili oldukça yüksekti. işinde gücünde insanlar gelip geçerker kahvelerini alıp yollarına devam ediyorlardı. ejder ağbi de tam bi patron edasıyla dükkanın başında durup yeni müşterilerinin karşısında eskiye kıyasla çok farklı bi imaj çiziyordu.
mevsim bahara dönmüştü. ben haliyle daha sık uğrar olmuştum selamsıza ve damat kıraathanesine. sobayı yakmıyorlardı artık. ama alışkanlık olmuştu sobanın başında oturmak. yerimi değiştirmiyordum. soba yanmadığından çay bardağımı da üzerine koyuyordum. o günlerden birinde kapı bi hışımla açıldı ve ejder ağbi içeri daldı. istifimi bozmadım. sinirle yaklaşıp yakama yapışarak kaldırdı beni sandalyemden.
"ulan hani imajı değiştirince bütün kapılar açılacaktı? hani kahveyi fincanda değil de kartonda satınca façamız düzelecek? bi bok değişmedi lan! bi bok değişmedi!"
"ağbi sakin ol gözünü seveyim"
"kes lan kes!"
savurdu attı beni yere. beni kaldırdığı sandalyeye geçip oturdu. öfkeden deliye dönmüş , gözlerinden ateş saçıyordu. ağır ağır kalktım bende. dikilip kaldım olduğum yerde.
"boşaltın lan kahveyi"
diye bağırdı herkese. tuncay dahil herkes çıktı. ben kımıldamadım. ikimiz kaldık sadece içeride.
"ağbi ne oldu anlatacak mısın?"
"ebenin amı oldu! bi bok değişmedi!"
"olur mu ağbi her şey değişti, dükkan değişti, müşteriler değişti, semt değişti"
"yetmemiş ulan yetmemiş! beni değiştirmeye yetmemiş! sabah derya geldi dükkana. sikimsonik bi kahve sipariş etti. hazırladı hemen bizim çocuklar. ödeme yapmak için kasaya geldiğinde karşısında beni buldu. şaşırdı tabii. selamıma karşılık bile vermedi. masanın üzerine parayı koyup kahvesini alıp yürüdü gitti"
"çekinmiştir belki"
"bölme lan beni!"
"kusura bakma ağbi"
"koştum bende peşinden. neden böyle davrandığını sordum. onun için her şeyi değiştirdiğimi söyledim. neyi değiştirirsem değiştireyim kendimi değiştiremezmişim. hal böyle olunca da onun benimle olması mümkün değilmiş!"
"başka bi şey söylemedi mi peki?"
"daha ne söylesin oğlum? yürüdü gitti yoluna"
"böyle olacağını bilemedim. benim suçum. özür dilerim"
cevap vermedi. uzun bi süre öylece durduk ikimiz de. bitkin, yıkık, yılgın bi adamdı artık ejder ağbi. yüzündeki her bi milimetre kareden çaresizlik yansıyordu. sakince kalkıp çıktı kıraathaneden dışarı. yürüyerek gözden kayboldu.
bi kaç gün sonra paşa limanında denk geldim yine ejder ağbiye. bankta oturmuş denizi seyrediyordu boş bakışlarla. yanına gittim;
"müsade var mı?"
"otur! bakma sen geçen gün öyle girdiğime. patlayacak yer arıyodum. piyango sana vurdu…"
"canın sağ olsun"
"olmasın amına koyim"
"ağbi deme öyle"
"benim artık ne dediğimin de ne yaptığımın da bi önemi yok! insan her şeyi değiştiremiyormuş. değiştirdiğini zannediyormuş sadece"
"en azından denedin"
"denedim denemesine de bi boka yaramadı! en çok zoruma giden de hayatın bana bunu öğretmek için bu kadar umut vermesi ve sonra tümünü yıkması"
"şimdi ne yapacaksın?"
"hiç bi şey! yaptıkların seni bi şeylere mahkum ediyor. kimi paraya, kimi itibara, kimi şöhrete, kimi sevgiye. ben artık hiç bi şey yapmayacağım. umutlarımla birlikte zincirlerim de kırıldı. artık daha özgür hissediyorum kendimi. hiçliğin ortasında sadece yaşamaktan mesulum, ona da mecbur değilim!"
hiç bi şey yapmadan oturduk. önce bi kaç dakika. sonra bi kaç saat.

yazar turan ejderya
Comments